20 Kasım 2009 Cuma

Türk Tarihinde Bir Vahşet Günü: Ahıska Sürgünü

14 Kasım 1944 gecesi bütün Ahıskalı Türkler Stalin’in emriyle vatanlarından zorla sürgün edildi. 40 binden fazla Ahıskalı erkek de  II. Dünya Harbinde Alman Cephesi’ne gönderilmişti. Savaşın bitişinde Ahıska’da geri kalan ihtiyar kadın ve çocukların tamamı eski yük vagonlarına doldurularak Orta Asya’ya sürgün edildi. Savaşa giden Ahıska erkeklerinin çoğu da muhtelif cephelerde öldüler. Sağ kalanlar ise evlerine, köylerine döndüklerinde yakınlarından hiç birini bulamadılar.

    İnsanlık tarihinin kaydettiği en hazin olaylardan biri olan bu sürgünü yaşayan Sadi Eşrefoğlu’nun hatıralarını kendi dilinden dinleyelim:

   “1944 yılı sonlarına doğru bizim yaşadığımız bölgeye Askeri birlikler yerleştirilmeye başlandı. Bu birliklerin geliş sebebi Almanlar'a karşı savaş hazırlıkları olduğu söylendi. Bu askeri birlikler durmadan köylere giden yolları genişletiyor ve köprüler yapıyorlardı. Bütün çalışmaların sebebi askeri mühimmatın taşınması olarak söyleniyordu.

    Bu çalışmalar devam ederken köylerde her ailenin reislerini köy merkezine topladılar. Bu sırada ben de savaştan yeni dönmüş ve 26 yaşında idim. Toplantıda bizden askeri mühimmatın taşınması için yapılan yol ve köprü çalışmalarında yardımcı olmamız istendi.  Bunun üzerine biz de askerlere yol ve köprü çalışmalarında yardımcı olduk. Bir kaç gün sonra yapılan yol ve köprülerden askeri zırhlı araçların geldiğini gördük. Arabaların geldiği günün gecesi her eve bir asker gönderilerek, her aileden bir kişinin köy merkezine gelmesi emredildi.

Erkeklerin Çoğu Savaştaydı
    Bu yıllarda erkeklerin hemen hepsi II. Dünya Savaşına gönderildiğinden dolayı, çoğu ailede erkek bulunmuyordu. Bu emir üzerine erkeğin olmadığı evleri temsilen kadınlar toplantıya geldi. Toplantıda iki saat içinde aile fertleri ve eşyalımızla birlikte köy meydanına gelmemiz söylendi. Bazı kimseler bu duruma itiraz ettiler. Bu yüzden toplananlar arasında kargaşa çıktı. Bu kargaşaya sebep olan halkımızın ileri gelenlerinden birçoğu yakalanarak hapse atıldılar.
    Çok geçmeden zırhlı araçların gürültüsü bütün köyü sarstı. Altı veya yedi ailenin zorla yerleştirildiği araçlara hareket emri verildi. Hareket eden araçlar Ahıska'nın Azgur köyünde durdular. Burada bizi daha önce cepheye askeri malzeme taşınmasında kullanılmış kırık dökük vagonlar bekliyordu. Daha sonra aile fertleri birbirinden ayrılmış bir şekilde, altı yedi aile askerler tarafından zorlanarak bu hayvan vagonlarına dolduruldular. Çoğu ailenin reisi cephede olduğu için geride kalan hanımları yalnızca çocuklarını toplayabildiler. Birçoğu da yanlarına yiyecek ve eşya da alamadan vagonlara acımasızca dolduruldular.

   Sürgün esnasında görev alan askeri birliklerde bulunan Türk kökenli askerler bu duruma dayanamayıp ortada kalan kimsesizlere yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Sonu belirsiz bu yolculukta trenler bir kaç günde bir istasyonda duruyor ve her vagona birer kova sulu yiyecekle bir kaç ekmek dağıtılıyordu. Lokomotif sayısı az olduğundan bazen istasyonlarda günlerce bekliyorduk. Çünkü bizi getiren lokomotif, geri dönüp diğer istasyondaki vagonları bizden önceki istasyonlara çekerek getiriyor sonra da dönüp tekrar bizi alıyordu.
Hasta ve İhtiyarlar Perişan Oldular

   Bu mecburi yolculuğun yapıldığı eski yük vagonlarında bilhassa yaşlı, hasta ve çocukların çoğu açlıktan ve soğuktan perişan oldular. Vagonlarda tuvalet olmadan ihtiyaçlarını gideremeyen kadınlar ve yaşlılar idrar torbalarının patlamasıyla hayata veda ettiler. İhtiyar ve hastaların durumu ise daha acı verici idi. Bu durumda olanlar askerler tarafından vagondan zorla alınıyor, istasyonlarda karlar üzerine terk ediliyor ve bir daha onlardan haber alınamıyordu.

   Bu yolculukta anne ve babalarını kaybeden insanlar halen yaşamakta; Anne, baba ve vatan hasretini çekmektedirler. Yolculukta soğuktan donmamak için istasyonlarda yakacak türünden her şeyi vagona atıyor ve bunlarla ısınmaya çalışıyorduk. Yolculuk sonunda sadece bizim köyden 96 kişiden 86'sı soğuktan donarak can verdi. Geri kalan 10 kişiden ise sadece 6 kişi ayakta durabiliyorduk. Bir aydan fazla süren yolculuk sonunda Özbekistan'ın Nemengan rayonuna (vilayet) ulaştık.

Yalan Propaganda
   Burada yerleştirilmeye başladığımız ilk dönmelerde Özbekler bizden kaçıyor; bizimle ilişkilerinde dikkatli ve şüpheli davranıyorlardı. Daha sonra edindiğimiz bilgelere göre biz buraya gelmeden önce Özbekler arasında bizim hakkımızda "insan eti yiyen" ve "kan içen" bir millet olduğumuz propagandası yapılmıştı. Tabii ki, bu propagandayı yapan devrin Stalin hükümeti idi.
    Daha sonra Özbeklerle ilişkilerimiz iyileşiyor ve günden güne gelişiyordu. Ama şunu da söyleyeyim ki. bazı bölgelerde Özbekler Stalin'in etkisiyle halkımıza olmadık zulüm ve işkenceler yapmışlardır. Ne yaptıklarının farkında olmayan bu insanlar kadın, çocuk, yaşlı demeden kanal, yol ve köprü inşaatlarında çalıştırıldılar.
      Bütün halk bu ağır şartlar altında kışı çıkardıktan sonra, bu sefer de yerleştirildiğimiz bölgeler "olağanüstü" hal bölgesi ilan edilerek askeri denetime tabi tutulduk. Tam sekiz sene her 10 günde bir gidip merkeze aile sayısının durumunu, sağ ve ölü sayısını bildirmek mecburiyetinde kaldık. Geçen bu müddet zarfında ölü sayısında bir artış oldu. Bunun sebebi ise aç kalan insanlarımızın otla beslenmesiydi.
    Burada bunu söylememin sebebi ise bizi sürerlerken her ailenin bütün mal varlıkları kayıtlar geçilerek gittiğimiz yerde bu mal varlığının karşılığı ödenecektir, denilmişti. Fakat, buna karşılık sekiz sene zarfında bize verilen bir baş hayvan ve bir kaç ev eşyasından başka bir şey yoktu.”
Kaynak: Rasim Bayraktar - Ahıska

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder